16 Temmuz 2014 Çarşamba

Audi / Procon ten

Sistemin tam ismi Programmed Contraction-Tension, terminoloji olarak türkçeleşmiş bir karşılığı yok ama programlanmış çekilim ve gerilme denebilir. Audi bu sistemi 86'dan 90 ların ortalarına kadar kullandı. Hatta audi bu sistemin güvenilirligi ve maliyet-işlev durumundan dolayı havayastığını araçlarına en son monte eden alman üreticilerinden biridir. Yanılmıyorsam bazı modeller hem airbag hem procon ten kullanıldığı da oldu.




Sistem de motora baglı ve onun arkasında dönen vinç halatlarına benzer kalın halatlar kullanıldı. Önden bir darbe durumunda, darbe gücü ve oluşan darbenin hızı halatları gerginleştirip çekerek motorun arka kısmını kaydırıyor. Bunlar aynı zaman da direksiyon çubugu ve emniyet kemerleriyle de bağlılar. Kaza esnasında halatlar gerilip direksiyon simidini aracın önüne doğru çekiyor ve emniyet kemerinde hiç boşluk bırakmayacak şekilde gerip sıkılaştırıyor, sıkılaşan kemerler sürücü kaza sırasında daha sabit kalıyor ve öne kayan direksiyon ünitesine kafasını çarpması vs sözkonusu olmuyor, başa darbe önlenmiş oluyor.




Audi motorları genelde enlemesine degil de boylamasına yerleştirildigi için motor ön tampona daha yakın pozisyonlanıyor ( özellikle 5 silindirli variant modellerde ) hatta radyatör sık sık offsetleniyor, çıkıntı oluşturuyordu. Tüm bunlar sistemi daha da başarılı kılıyor çünkü kaza esnasında darbeye ilk maruz kalan şey motor ünitesi oluyor ve kuvvetin ciddi kısmını emiyor ( türk mantıgıyla bakarsak kazalarda daha fazla masraf  )Sistem audi 100 / 200, 80 / 90 ve V8 modellerinde kullanıldı. 94 yılında yeni a4,a8 ve a6 modellerinde kullanılmadı.







8 Mayıs 2014 Perşembe

Feslegenle Özdemir..



Bir gün Özdemir şu bizim Asaf olan

'Bekle dedi, gitti
 Ben beklemedim, o da gelmedi
 Ölüm gibi birşey oldu
 Ama kimse ölmedi..'

demiş.


Dile gelmiş duygu ve şiire ;

'Bekle dedi, gitti.
 Çok bekletme dedim, dinlemedi
 Nisanlardir bekliyorum,
 Mayislarda çağırıyorum, gelmiyor..
 Kesin trafige takıldı ya da yolu kaybetti.
 Geriye kalan bir hevenk kuru bahar çiçeği..
 Memnun oldum ben de plastik saksida kurumuş feslegen'

demiş.





4 Mayıs 2014 Pazar

Evlenmek vs Ailelenmek


İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtırlar. Bu olmadıktan sonra, aile sahibi olmanın hakiki ismi, “birtakım yabancılar beslemek”ti.

27 Nisan 2014 Pazar

Bir bahar akşamı rastladım size.


Bazı 23 nisanlar tehirli kutlanır, 3 gün geç gelir bazı çocuklara,
26 nisan,  bir çocuk için çok özel bir gün, çok güzel bir gün, gündönümü gibi, bahar gelmiş gibi, gibisi fazla gibi, bahar geldi. Gece idi, karanlıklar içinden geldi, uykusuz kalındı, 2 noktalar cumhuriyeti kuruldu. Şimdiye kadar hayaldi, gerçek oldu.

Bir bahar akşamı rastladım size.

11 Şubat 2014 Salı

Dr. Cengiz Sarıkuş

Fındıkzade'de çok özel bir müzik atölyesi gezdim, çok önemli iki müzik adamıyla tanıştım. Biri genç diğeri genç babası genç. Veysel müzik! Baba oğul , Cengiz ve Veysel Sarıkuş.



Cengiz Sarıkuş 1949 Malatya doğumlu İstanbul Üniversitesi sanat tarihi mezunu aynı zamanda arkeoloji eğitimi de almış, 26 yıl sanat tarihi öğretmenliği yapmış bir yaşayan efsane. Vicdansız dediği (şakayla karışık) oğlu Veysel’in ismini taşıyan Veysel müzik evinde sayısı 20’yi aşkın birbirinden farklı enstrümana dokunuyor, hayat veriyor. 13 yaşından beri saz yapıyor. Agop Ohanyan gibi çeşitli ustalarla çalışıp ud ve kanun yapımında ustalaşıyor. 1973’ de Aksaray da atölyesini açıyor ve şuana kadar dünyanın dört bir yanında var olan yetiştirdiği 10 ustasıyla da kök salmış bir çınar adeta.




Bir çok popüler sanatçının da son yıllarda elinden düşürmediği nev ud ise yine Cengiz hocanın icadı. Kalıp gitara yakın bir benzerlikte bir saz olan nev ud sırtının ovalliği sayesinde sazın içerisinde sıkışan sesleri dışarı atmakta olup tam davudi sesler veriyor. Bir başka özelliği ise mızrapsız da çalınabilmesi. Sahip olduğu kendine özgü şekliden ötürü dize rahat yerleşmekte (Cengiz amca kilolu bayanların kullnımına da ideal diyerek espriyi patlatıyor ).



Oğlu Veysel ile o gün tanışmamıza ragmen samimiyeti,sıcaklığı yıllardır kemikleşmiş bir dostluk enerjisi veriyor insana. Bir ziyaretle, bir merhabayla bile bir dost kazanabilirsiniz ki biz atölye gezimiz sonrası Veysel Sarıkuş ile güzel bir gece geçirdik (bol sohbet). Veysel’ de keman konusunda çıtayı ileriye taşımış ve tıpkı babası Cengiz Sarıkuş gibi onun da yaptığı kemanlar Türkiye’de bir çok keman sanatçısı tarafından el üstünde tutuluyor ve baba oğulun sanatının şöhreti çoktan uluslarası boyuta ulaşmış durumda
.Boynuz kulak ilişkisi mevcut burda anlaşılan.(Veysel beni internete koyma dediği için kemanlarından bir örnek koyuyorum sadece )







Fabrikasyona üretimlerin domine ettiği müzik piyasasında gerçek,özgün ve ruh sahibi enstrümanlar ancak usta elerden çıkabiliyor. Çünkü her bir santimine emeklerini, ruhlarını veriyor baba oğul sanatkarlar.




Atölyeleri o kadar doğal, zengin ki herhangi bir yapay sermayeyle kurulması imkansız..
Vitrinler Cengiz amcanın yıllardan beri arşivlediği (müze dense yeridir ) ud, cümbüş gibi bir sürü antika saz ve plaklarla dolu. Kendisinin arşivinde çok önemli osmanlı eserleri de var ayrıca. ( tabelayı müze diye değişseler daha doğru aslında).

Kendisiyle kameranın çok da farkında olmadığı samimi sıcak bir sohbetimiz oldu. Geçmişten bu yana müzik, müzisyenler ve kendisine dair bir çok şey paylaştı ,sağolsun  İşte linki:)



Bir gün yolunuzu mutlaka Haseki'ye düşürün ve veysel müziği ziyaret edin. Bir daha gitmek isteyeceksiniz


7 Şubat 2014 Cuma

Cajon (Kahon) nedir ?



Ne demiştik ritim heryerdedir :)
Ritim yazısını yazarken bulamadığım ve önceki yazımı özetleyen bu yazıma da ciddi katkısı olacak videoyu şimdi ekliyorum.




Müzik de bir birlikte işlerliktir. Bu birlikte işlerlik mücadelesinde her enstrüman önemlidir fakat tarzı ne olursa olsun (caz, klasik, rock, halk müziği vs ) o orkestranın kalbi ritimdir. Ezginin nabzı ritimlerdir. Ritim icracıları orkestralarda şef kabul edilir,çünkü diğer enstrümanların temposu ve düzeni ona bağlıdır. Ritimdir orkestrayı susturup yine coşturan. Ritimler uzunca araştırma ve tartışmalara konu olmuştur.






Antropologlar ve tarihçiler insanın sesini ilk müzik enstrümanı kabul etsede, perküsyonlar da yapay ilk müzik aletleri olarak kabul edilebilir. İnsan ritim için el,ayak,tahta,taş,maden ve metaller kullanmış, farklı sesler almışlardır. Tarıma geçildikten sonra biraz demlenme ile daha uzun süre beraber olabilecekleri ve farklı tonlarda sesler alabilecekleri enstrümanlar üretmişlerdir.





Benim de hayatımda ritim çok önemli yere sahip olmuştur, hep var olmuştur, bir yapay enstrüman olarak olmasa bile doğal olarak hep önplanda kalmıştır. Aklıma gelen doğal enstrümanlarımı bir sıralamak gerekirse ilkokul da kendi sıralarımız solo ve tiz sesler, öğretmen masası tok sesler için ( o bas lar hiç bir vurmalıda yok ) ortaokulda nöbetçi kulübesi, lise de bilgisayar odamızın masaları (sanırsın bongo :p) evde kanepelerimizin yan yüzeyleri ya da ön alt yüzeyleri, salon ya da koridor gibi uzun duvarların orta kısımları ( bu nokta da mimari konusunda da çok şey katmıştır , ekolu bir bas alınabilir ince duvarlardan ) dört ayaklı fiskos masaları ( 4 ayak olmazsa düzgün bas alamayız ) yoklukta vurma ihtiyacı hissettiğim anlarda dizler ve bacaklar birer enstrüman olarak keyif vermişlerdir :)



Kısaca bahsedeceğim 'Cajon' (kahon diye okunur) vurmalıların özgün örneklerindendir. Türkçe olarak sanduka ismiyle çağıranlarda vardır, ispanyolca da çekmece anlamına gelmektedir zaten. 

Çok eski bir geçmişi olmayıp Peru kökenli bir perküsyondur. Afrikalı ve Perulu köleler limanlardaki meyve ve balık sandıklarından bu perküsyonun ilk formatlarını oluşturmuşlardır. O dönemlerde kölelerin müzik yapma özgürlükleri de olmadığı için herhangi bir kasa ya da objeden farklı görünmeyecek, varolan eşyalara kamufle bir enstrüman yaratmışlardır ki özgürce olmasa da müzik yapmaya devam edebilsinler. Dünya müziğince kabulu de Paco de Lucia'nın 1970'li yıllarda flamenko da bu perküsyonu ritim olarak kullanmalarıyla gerçekleşmiştir.
      
                 


Bir yatak odası komidin kürsüsünden farklı görünmeyen bu perküsyonun bir çok çeşidi var, telli, telsiz, akord aparatlı, zilli. Ana hatları dışında eklemeler mini bir davul kit bile yapılabilir.



Hele istanbul gibi büyük bir şehirdeyseniz ve işleve takılma gibi bir durumunuzda yok ise metrobüsde, metroda, otobüs de yer yokken yere koyup üzerine oturabileceğiniz bir perküsyon cajon. Canlı davulcular yıllarca trampet, kick ve zilleri taşıma çilesiyle kas yapmışlardır :)
 

Bir iki cajon videosuyla kulaklara ziyafet çekelim :)

Çocuklar başarılılar :)




Abiler sağlamlar :)




Hayatın ritminden hiç kopmamak dileğiyle :)







10 Kasım 2013 Pazar

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

BAŞIBOŞ,BAŞLIKSIZ

75.ölüm yıldönümü anısına karaladığım bu blog yazısı ; hissettiklerim ve hislerime tercüman olabilmiş alıntı, söz,fotoğraf,video ve cümlelerdir.



9 kasım çarşamba sabahı, Atatürk’te ani adale kasılmalarıyla istem dışı inlemeler görüldü. 9 kasım’ı 10 kasım’a bağlayan gece sabah olmak bilmedi. Ata’ya kısa aralıklarla oksijen verildi. Sabaha doğru boğazında hırıltılar azaldı.İyileşiyor muydu acaba ? Saat 8.00’de Dr. Mehmet Kamil Berk ve Dr. Nihat Reşat Belger Ata'ya glikozlu serum yaptılar. (Boş şişe ve şırınga iğnesi halen istanbul tıp fakültesinde bulunmaktadır). Derken saat 9.00 vurmuştu ve göğsü hızla inip çıkmaya başladı. Dünyadaki son 5 dakikasına gözleri kapalı giriyordu bir dünya insanın gözü açan insan. Dışarıda bütün bir ulus endişe içinde, kimileri radyo başında bekliyordu. Savarona hissetmişti, son bir saygı duruşu için sarayın önüne demirlemişti. Saray tam bir sessizliğe gömülmüştü. Hasan Rıza Soyak sağ elini ellerinin içine alıp öpmüştü başöğretmenin. Soyak’ın ardından Muhafız Komutan İsmail Hakkı Tekçe de aynı eli öptü ve yorganın içine koydu. Bu esnada Prof. Dr. Kemal Öke, Atatürk’ün açık gözlerini elleriyle yavaşça kapattı. Son nöbet defterine şöyle yazıldı: Bu 10 kasım 1938 sabahı, saat 9’u 5 geçe büyük şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir. Ve bir ses.. Ata'nın yaveri Salih Bozok şuursuzca sarayın merdivenlerinden aşağı koştu,koşmadı belki de kendisini attı. Alt katta boş bulduğu bir odaya dalıp kapıyı kapattı, içerden. .. Az bir süre geçmişti ki, içeriden tek el silah sesi duyuldu. Sesi duyup odaya koşanlar onu kanlar içinde buldular kalbine sıktığı tek kurşunla devrilmişti : "Başkomutan yaversiz gidemez!" dercesine..


İşte böyle bir anektodla başlamak uygun olur diye düşündüm.



Yahya Kemal Beyatlı'nın

"şu kopan fırtına türk ordusudur yâ rabbi.
senin uğrunda ölen ordu, budur yâ rabbi.
tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
galip et, çünkü bu son ordusudur islâm'ın"

dediği ordunun kumandanıdır M.Kemal.


Ya da ;


Atila İlhan'ın

Dünya ve yaşamak.
Sen yine düşün taşın.
Beni düşün hep.
Hürriyetin kendisi kadar mağrur.
Bir yağmur hazırlığı kadar muhteşem.
Bermutad.
Biz ki ellerimizle Türkiye 'yi kurtarmak azmindeyiz.." dediğidir.

Ya da bir genç çiftçiyle güreş tutan kimliği belirsiz bir kişi, Nihat Genç'in dediği gibi




Ya da malı meydanda bir yiğit. İşte tam burada...

ATATÜRK'ÜN MAL VARLIĞI

Ya da şu videoda ki 10 saniyelik görüntü. 2.50 'lerde başlayan.





10 kasım'da saat 9'u 5 geçe olduğunda o tam


75 yıl,

900 ay,

27394 gün,

ve 670416 saattir, fiziki ebediyetteydi..



Ve o her bu takvim yaprağında yıl hanesi bir rakam arttığında o malum saatte çalıyor sirenler.

Aslında bir feryadın sesi olan o siren artık birilerine fena halde dert.

Yılda bir tek gün, o da hepi topu bir dakika saygı beklenen bir siren.

Hadi saygı göstermiyorsun, tahammül de mi edemiyorsun, ey insan?

Her tartışmada kutsala saygı, inanca saygı diye ortaya fırlamayı görev bilen adamlar gece rüyalarında görmüş gibi bir gün evvelinden gümdem oluşturmalar, rahatsızlıklarını dile getirmeler, uykumdan bunun için mi uyanacağım demeler...Yazık...

O beğenmediğiniz, nefret ettiğiniz Atatürk olmasaydı; değil namaz kılmak, oruç tutmak, şu pazar sabahı çan sesleri ile uyanıp belki de kiliseye gidecektiniz,gidecektik...

Hiç bunu düşünmez misin, aa Ata düşmanı, sevenine de kemalist, putçu vs diyen?..

Ne putçuyum, ne kemalist ne de herhangibirşeyist..
Adı yeryüzünün gördüğü en büyük insan olan Hz.peygamber'in ismini taşıyan Mustafa'ya yapılması gereken en azından yine adını taşıdığı büyük insan yüzü suyu hürmetine sövmemek.. Ya da dua etmek. Haç öncesi yapan bu insanlar gibi.




Turkiye'yi hala sevebilmek icin en buyuk sebep belki de o adam.

Bu adamın çoçuğuna öğretirken ki umuduyla aynı ölçüde

YURTTA SULH CİHANDA SULH'U ÖĞRENEN ÇOCUK


Ya da Barış abi'nin çocuklarına yaptığı duyguyla TIKLA

Güneş, balçıkla sıvanmaz.
Türk milletinin başı sağ olsun.

''Kaygılanma çocuk! Herkes ölür..Kimi toprağa gömülür.. Kimi yüreğe..''

Ve son olarak Ata'nın adına çekilmiş The Incredible Turk belgeseli..



Yazı bitti fakat, bu bayram gözüme takılan bu ninemizin fotoğrafı da çok değerli ve manidardır, eklemeden edemedim.